17 Nisan 2018

Çocukluğumun Bosna'sı

Kategori: Yazılar

Leselya Koko

Çocukluğumun Bosna'sı

Annem Boşnak olduğu için, Bosna’nın nasıl bir yer olduğu bana sık sık sorulur. Hatta geçenlerde Bosna’yı tanıtmak için küçük bir kitapçık hazırlamam bile istendi. Bosna’ya defalarca kez gitmiş olmama rağmen, oradaki tüm şehirlerin ismini bilmiyorum. Oradaki okul sistemi hakkında hiçbir fikrim yok. Aslında turistik olan pek çok yere hiç gitmedim. Hep yediğim bir meyve var ama hala isminin Borovnica mı yoksa başka bir şey mi olduğunu hatırlamıyorum. Açık konuşmak gerekirse, sanırım Bosna hakkında en iyi hatırladığım şey Başçarşı’ya inmek için bindiğimiz otobüs, yani “Şesnest B” onun da yanisi “16B”

 

Anneannemlerin kitaplığındaki hiçbir kitabı okumadığımı ve onların evinin telefon numarasını da bilmediğimi eklemek isterim. Bosna hakkında bildiğim şeyleri size sayılarla veya rakamlarla anlatamam. Oranın yüz ölçümünü hiç merak etmedim. Oranın en yüksek dağının ismini inanın bilmiyorum. Fakat… Bosna’yı çok özledim.

Şu an Avusturalya’da yaşayan ve 4-5 yıldır görmediğim dayımla Başçarşı’da gezerken durmadan onun tanıdıklarıyla karşılaşmamızı özledim. Arkadaşlarını hep geçiştirirdi. Bunu bizim sıkılmamamız için mi, yoksa kendisi uğraşmak istemediği için mi yapardı bilmiyorum ama ben bizi düşündüğü için konuşmadığına inanmaktan daha çok zevk alıyorum.

Başçarşı’ya giderken hep güzel bir kitapçının yanından geçerdik. (Kitapçıya yüzlerce defa girmeme rağmen ismi aklıma gelmiyor. Hay aksi!) O kitapçıda bir masal kitabı vardı. ‘Nasıl Prenses Olunur’ gibi bir şeydi sanırım. Yıllarca o kitabı almayı hayal etmeyi ve hiçbir zaman alamamayı özlemedim elbette. Sadece raftan bana göz kırpışını özledim.

Bosna’nın en ünlü yiyeceklerinden biri olan Çevapi’yi önce bitirip sonra Somun’u doya doya yemeyi özledim. Bir de anneannemin böreğini tabii.

Hayal meyal hatırladığım bir dağa çıkıp (çok küçük olduğumdan, bir tepe de bana dağ gibi gelmiş olabilir. Hayal gücü gelişmiş bir çocuk olduğumdan arka bahçeyi de dağ gibi hayal etmiş olabilirim) yine adını hatırlayamadığım küçük bir meyveyi toplamayı, her daldan koparışımda ağzıma attığım için eve fazla meyveyle dönemediğimiz zamanları özlüyorum biraz da.

Çok çok nadiren gittiğimiz, Bosna’daki köyümüz Kula’ya hep çok erken vakitlerde giderdik. Dedemin küçük Yugo arabasında uyumaya devam edeceğimiz öngörüldüğünden, annem ve anneannem pijamalarımızla yolculuk yapmamıza izin verirlerdi. Bu bana çok ayrıcalıklı bir şey gibi gelirdi. “PİJAMAYLA YOLCULUK HA! BU HAYATTA YAŞADIĞIM EN GÜZEL DENEYİM!” Ablam pijamasıyla değil de normal kıyafetleriyle yolculuk etmeye başladığında bir şeylerin değiştiğini de anlamıştım. O… Büyüyordu… Şimdi neredeyse 21 yaşında. (Kore’nin yaş sistemine göre 22) HEY! HAKLIYMIŞIM BÜYÜYORMUŞ!

Bosna’daki dağlardan iki tanesinin isimlerini annem bana söylediğinde ne çok şaşırmıştım. Biri ‘Baba’ biri de ‘Dede’ydi. Tam hatırlamıyorum ama “Anne nerede? Torunlar?” gibi saçma sorular yöneltmiş olduğum konusunda içimde kötü bir his var. Bosna’nın dağları… Acaba küçükken, onların bana el salladıklarını hiç hayal etmiş miyimdir?

Bosna’ya genellikle yazları giderdik. Anneannemlerin evine girdiğimiz gibi şpayza (yani sanırım kiler oluyor) gider ve bir önceki gelişimizde burada neleri unuttuğuma bakardım. Sanırım yaklaşık 10 yıldır Pony’lerimi orada unutuyorum. Belki de dedemin radyosunun üstünde çok tatlı durdukları için bir istisna yapıyorumdur.

Şimdi kapanmış olan, oyuncak dolu bakkalı özlüyorum. Babam biz Bosna’dayken bizi özlediği için yanımıza gelmişti. Hemen (o zamanlar küçük olan) ablamla bakkala gidip, küçük oyuncak askerler almıştık. Neden babama oyuncak askerler almıştık? Sanırım bu konuya çok kafa yormak istemiyorum. Biz çocuğuz diye herkes çocuk falandı sanırım.

Kuzenim Rizo’yu oyunlarımda zorla oynatmayı özledim. Sırf ben üzülmeyeyim diye kolay kart oyunları seçmesini özledim. Bir de küçük sandalye gibi bir şey vardı kaloriferin yanında duran. Her yıl daha da tozlanır. Neden bilmem, onu da özledim.

Anneannemlerin salonundaki bir dolabın camında aile üyelerinin küçüklük fotoğrafları vardır. En büyük kuzenim Mirza’nın resminden başlar ve aşağıya doğru ilerler. Ben küçükken 4-5 tane vardı. Ben en aşağıda olanıydım. Şimdi çok fazla var ve ben epey yukarılardayım. Bir dakika bir dakika! Ben de mi büyüyorum?

Yine bir zamanlar küçük olan ablamla gösteriler hazırlayışımızı, Barbie’lerle Muhteşem Yüzyıl çekmeye çalışmamızı, kavga ettiğimiz için oyuncuları ve kamerayı bırakıp annemin kucağına ağlamaya gitmeyi, bir süre sonra ablamın bensiz de çekebilmiş olduğu Muhteşem Yüzyıl’ın ilk bölümünü izlerken kendi sesimin olmadığı bölümlere üzülmeyi özledim.

Bosna’da iki çeşit dolma vardır. Yani aslında şöyle. Anneannem ben anlayayım diye ‘Paprika’ya “Dolma” der. İşte o dolma bildiğimiz Türk Dolmasıdır. Onu pek sevmezdim. Acı gelirdi. Bir de öteki dolma vardır. Kıtır kıtır tuhaf bir şeydir fakat benim favori yemeğimdir. Masada oturmuş beklerken anneme ne yemek hazırladıklarını sormuştum. “Dolma.” demişti. Bir dakika! Hangi dolma? Sevdiğim mi sevmediğim mi? “Kıtır dolma.” İşte mutluluk budur.

Bir de anneannemin limonatası vardı. Nasıl o kadar tatlı olduğuna kafa yorarken şeker katmış olabileceğini düşünememiştim. Limonatanın tatlı olmasını sağlayan, onun sevgisiydi.

Başçarşı’dan geç vakitlerde geldiğimizde anneannemin hala uyanık olduğunu ve film izlediğini fark ettiğim gibi üstüme pijamalarımı geçirip o sıcacık yatağa girmemi, arabada uykuya dalmak üzereyken yine anneannemin hayatım boyunca hiç çıkarttığını görmediğim küpelerinin üzerinde nazikçe ellerimi gezdirmeyi özledim.

Tabii ki Bosna’da her geçirdiğimiz gün mükemmel değildi. Epeyce sıkıldığım vakitler de olurdu. Artık Ankara’daki oyuncaklarıma kavuşmak istediğim zamanlar, babamı özlediğim zamanlar, babaannemi, dedemi görmek istediğim zamanlar da olurdu. Yine öyle bir gece pijamalarımı giyinip yatağa girmiştim. Daha sonra dayım yanıma gelmiş ve benimle muhabbet etmeye başlamıştı. Duygusal göründüğünü hatırlıyorum. Konuşmamız bittiğinde uyumaya hazırlanıyordum ki bana “Gitme vakti.” dedi. İnanamamıştım. Çok mutluydum. “Gerçekten mi?” diye sormuştum. Boş yere heyecanlanmak istememiştim. “Şimdi sizi havaalanına bırakacağım.” cevabını aldığımda biraz hüzünlenmiş gibi olmuştum ama daha çok şaşkındım. “Bu şimdi mi söylenir?” demek gelmişti içimden. Kendimi mutluluğa bile hazırlayamamıştım. Şimdi diyorum ki… Uçağı kaçırsaydık da biraz daha dayım İbro’yla konuşabilseydim.

Annemin tevafuk olarak tanıştığı pek çok Boşnak var. Tanışma hikayelerini de anlatırsam yazı uzar da uzar. Şu an annemin çalıştığı elçilikteki elçi annemin çocukluk arkadaşı. Gittiğimiz bir Bosna etkinliğinde Bakider’le de tanıştık. Ghalia ve Vanessa ablayla dostluğumuz böylece başlamış oldu. Şu sıralar amcam Sinan, Boşnak Mukadder Teyze ve Emin Ağabeyle pek çok güzel yere gidiyor. Boşnak bir anneniz yoksa ve buna rağmen Bosna’yı seviyorsanız da endişelenmeyin. Siz nereye giderseniz gidin Bosna sizi bulur.

Yorumlar (1)

  • Betul

    Betul

    09 Ocak 2019 00:10 zamanında |
    Ananenlere ben de gitmistim 2009 yilinda, bir arkadasimla. Ablanin bebekligini hatirliyorum sa senin fotografini ilk orda, ananenin salonunda gormustum :) Ibro almisti bizi duraktan, evi bulmakta zorlaniriz belki diye. Sonradan carsida karsilasmistik bir gun, bana da oyle davrandi :) hatirlayamadigini dusunmustum tabii :)

    Seni basarilarindan dolayi tebrik ediyorum.
    Istanbuldan eski bir komsu kiziyim :)

    yanıtla

Bir yorum yapın

Misafir olarak yorum yapıyorsunuz.