Kadın hışımla eve girdi ve saate baktı. 06.30 mu? İşe girdiğinden beri her gün eve daha geç gelmeye başlamıştı. “Güneş batınca evden çıkıyorum, güneş doğarken eve giriyorum. Ne rezil bir iş bu böyle!” dedi. Bunaldığı eşofmanlarından kurtulup, korse, peruk ve kabarık elbiseye geçmek onu rahatlatmıştı. Esnerken “Sonunda be!” diye fısıldadı. Batının güzel tepelerinden doğan güneş gözlerini kamaştırınca iç çekti. Mutfaktaki onlarca temiz bulaşık, kırıştırılmayı bekleyen gömlekler… Böyle yorgunken bir de ev işi mi yapacaktı yani? İş demişken… Müdürle konuşması gereken meseleler vardı. Oturup insanların ona hizmet etmesini beklemek, mücevherlerle donatılmak, pasta yiyip dedikodu yapmak o kadar zordu ki… Keşke o da asil kesim gibi inşaatta, fabrikalarda çalışarak geçinebilseydi. Ama şans onun yüzüne pek ağlamazdı. Mesela burnu küçüktü. Zayıftı, uzun boyluydu, sapsarı saçları ve yeşil gözleri vardı. Aslında iş bulduğu için şükretmeliydi çünkü suratı bakılacak halde değildi. Ah keşke… keşke biraz çirkin olabilseydi.
Ev işlerini hallettikten sonra saat geç olmasına rağmen dışarı çıktı. Aslında en çok bu zamanları severdi çünkü kimse onun güzel yüzünü görmezdi. Başkaları hakkında yargıya varmak için sırada bekleyen ruhlardan kaçardı böylelikle. Ne acımasızdı o ruhlar. Kırılan böbreği umurlarında değildi...
Bu aydınlık düşüncelere dayanamayıp gülmeye başladı. Öyle sesli gülüyordu ki… Acısını dışarı yansıtmayı sevmese de, o an boş bulunmuştu.
Bir banka oturup gülmeye devam etti. İleriden gelen yabancıyı fark etmemişti. Takım elbiseyle dışarı çıkma cesaretini gösteren yabancı, kızın yanına oturdu. “İyi misin kadın!?” diye bağırdı sertçe. Ah… ne kadar nazikti.
Kadın Siyah Geceler hikayesini hatırladı. Çok sevdiği yazar İksveyotsod’un eserini... Geç saatlerde tanışılan yabancılar hep hayata bambaşka yenilikler getirirdi. Yine de yüzüne götürdüğü ellerini çekemedi. Bu güzelliği gören adam hemen kaçıp giderdi. “İyiyim beyefendi.” dedi sakince. Adamın kafası karışmıştı.
“Kabalığa gerek yok kadın!”
“Kusura bakma! Ruh halim pek iyi değil!”
“Anlıyorum. Dakikalardır gülüyorsunuz.”
“Neden sakinleştiniz? Bir sorun mu var?”
“Yüzünüz…”
Kadın yumruklarını sıktı. Boş bulunup ellerini çekmişti demek. Her şey ortadaydı işte… “Biliyorum! Çok güzelim!”
Yabancı adam gökyüzüne baktı. “Hayır, çirkinsin!”
Aradan on beş dakika geçti. Adam ve kadın birbirlerine ait olduklarını anlamışlardı bu uzun sürede... Kısa bir sessizliğin ardından Adam parmak uçlarının üstüne çıktı.
“Benimle… boşanır mısın?”
Kadın saçını kulağının arkasına götürdü,
“Bu büyük bir karar…”
“Lütfen söyle… benimle boşanır mısın?”
“Hayır! Hayır! Sonsuza dek hayır!”